Sunday, November 12, 2006

dünyalılardan tiskiniyorum!



roman polanski'nin, şizofreni ve paranoya konulu "apartman üçlemesi"nden ve üçlemenin son filmi the tenant'tan daha önce bahsetmiştim.
işte 1965 yapımı bu film yani "repulsion" da üçlemenin ilk filmi olarak yer alır polanski'nin filmografisinde. ha bir de polanski'nin çektiği ilk ingilizce filmdir bu. sanırsam, alfred hitchcock'un psycho'suyla birlikte psikolojik gerilim türünün başyapıtı olarak kabul etmek gerek repulsion'ı.

catherine denevue'nün canlandırdığı carol'ın gözlerine yakın çekimle başlıyor; son sahnede olan bitene açıklık getirecek olan "ipucuna" dikkatimizi çekmek istercesine.
film, etkileyiciliğini, polanski'nin yeteneği kadar denevue'nün abartıdan uzak ancak bir o kadar korkutucu oyunculuğuna borçlu bence. evin içinde tek başına kalan carol'ın her geçen gün kötüye giden durumu; aniden çatlayan duvarlar, salonun ortasında bir tepsinin içinde çürüyen tavşan ve mutfak tezgahında filizlenmeye başlayan patateslerin "tiksinti" veren görüntüsüyle bir bakıma sembolize ediliyor. ve film, tıpkı denevue'nün oyunculuğu gibi, abartıdan uzak, minimalist bir stilde amiyane tabiriyle seyirciyi koltuğa mıhlıyor.
ben mesela, izledikten sonra gece boyunca uzunca bir süre uyuyamadım, ancak korkudan değil de daha çok filmde olan biteni tekrar tekrar düşünme isteği yüzünden.

BURDAN SONRA BİRAZ SPOİLER YAPTIM HABERİNİZ OLA!
konusunu merak edenler için, kısaca özetleyeyim. "seks fikrine" karşı aynı zamanda hem ilgisi olup hem de iğrenen genç Carol, Londra'da bir apartman dairesinde kızkardeşiyle birlikte yaşamakta ve hayatını manikür yaparak kazanmaktadır. bir gün, kızkardeşi Helen, evli erkek arkadaşıyla birlikte İtalya'da tatil yapmak üzere 10 günlüğüne evden ayrılır. ve olaylar gelişir =P evet, herşey bundan sonra başlıyor işte. akıl sağlığını yavaş yavaş yitiren Carol, tıpkı Rosemary's Baby ya da The Tenant'da olduğu gibi "ev" tarafından yokediliyor adeta. bazı sahnelerde, tuhaf açılarla öyle garip ve korkutucu bir derinlik verilmiş ki eve, duvarlardan çıkan eller ya da kocaman çatlaklara bile pek gerek yoktu bence gerilimin dozunu arttırmak için.



üçlemeyi düşünecek olduğumuzda, bu filmin farklı bir tarafı var. diğer iki filmde kahramanın başına gelenlerin nedeni tam olarak açıklanmıyor ve havada kalıyordu. yani mistik diyebiliriz rosemary's baby ve the tenant'a. ancak repulsion, diğerlerine göre daha ayakları yere basan bir film.
filmde bir kaç kere gördüğümüz aile fotoğrafını, son karede üzerine pencereden sızan güneş ışığıyla tekrar görürüz. ışık fotoğraftaki iki kişiyi aydınlatacak şekilde girmiştir pencereden içeri. carol ve babası. sonra fotoğraftaki carol'a ve bakışlarına yaklaşan kamera, gözlerinin babasına dikilmiş olduğu gerçeğiyle başbaşa bırakır bizi...

No comments: