Tuesday, June 06, 2006

hilary and jackie



1998 ingiltere yapımı film. bizde paylaşılamayan tutkular adiyla gösterilmisti. hilary ve jacqueline du pre kardeşlerin hayatını anlatan gerçek bir hikayeye dayanıyor. umut vaadeden yetenekli iki genç müzisyen olan kardeşlerden hilary (rachel griffiths) yan flüt ve jackie (emily watson) çello çalmaktadirlar. küçükken hilary daha yetenekli ve göz önünde olmasina rağmen büyüdükçe jackie hırslanır ve ablasının önüne geçer. sonunda hilary müziği bırakıp evinin kadını olmaya karar verirken, jackie dünya çapında tanınan bir çellist olur. ancak, jacqueline du pré'nin zamansız ölümü, filmin acıklı sonunu getirir. jackie 42 yaşında multiple sklerozis hastalığı nedeniyle yaşama veda etmiştir. film 'hilary and jackie', 'hilary' ve 'jackie' başlıkları altında üçe ayrılmıştır ve ilk bölümde müzisyenlerin çocukluğu, diger iki bölümde ise hikaye iki karakterin bakış açılarıyla iki farklı şekilde anlatılır. yalnız kim kimi daha çok kıskanmış, sonuçta kim ne kazanmış anlaşılmaz; çünkü bu yaşamdır ve yaşamda hiçbir soruya kesin cevaplar bulamaz galiba insan.
edward elgar'ı ve çelloyu sevmeme neden olan filmdir ayrica.
edward elgar's cello concerto in e minor mutlaka dinlenmeli!!!

Monday, June 05, 2006

la double vie de véronique


neresinden başlasam bu filmi övmeye bilemiyorum. belki 6 yıldır belki de daha fazla süredir izlemek isiyordum. bugün rafta dvd'sini gördüğümde gözlerim yuvalarından fırlıyordu nerdeyse. okşayarak elime aldım, parasını ödedim ve sıkı sıkı sarılıp eve getirdim. bir filmi izlemeden bu kadar nasıl sevebilir insan? filmdeki veronique kendinden kilometrelerce uzakta yaşayan veronika'nın varlığını nasıl hissediyorsa ben de öyle hissetmişimdir belki. mistik konuya sahip bir filme mistik bağlarla bağlı olmak gerekir belki de :) kesinlikle jules et jim'deki hayalkırıklığını yaşamadım. filmi izlemeden önce hissettiklerim neyse aynen devam ediyor.
bazı anlarda jeunet'nin amelie'siyle paralellikler kurduysam da, sonra vazgeçtim, sonra gene kurdum. ama izlemek isteyenleri yanıltmak istemem, kesinlikle amelie'deki mutluluk verici, çilekli hava yok bu filmde. melankoliden ölebilirsiniz ama asla mutlu olamazsınız izlerken...
konusunu anlatarak büyüsünü bozmak istemiyorum. sadece sevdiğim kısımlarından bahsedeyim:
hem veronique'in hem de veronika'nın hayatının kritik anlarında aynı yaşlı kadını görmesi, kuklacı alexandre'nin veronique'e gönderdiği tuhaf pusulalar (kaset, iplik, sessiz telefonlar), veronique'in farkında olmadan çektiği fotoğrafta veronika'nın varlığını keşfetmesi, veronika'nın cenaze törenini mezarın içinden izlediğimiz an (veronika'nın tam olarak ölmediğini anlatmak istercesine), alexandre'nin veroniqe kuklasından iki tane yapması "çok kırılgan oldukları için birinin zarar görmesi halinde tedbir amaçlı" diye cevap veriyor alexandre, ama bir yandan da filmin anlatmak istediği öyküyle ilgili önemli birşeyler söylüyor sanki.
bir yerde polonya'daki veronika'nın ölüp, fransa'daki veronique'in yaşamasının, kieslowski'nin polonya'daki yaşamını bırakıp, fransa'da yaşamaya başlamasına dair alegorik bir anlatım olabileceğini okumuştum. gerçekten de dahiyane...

Saturday, June 03, 2006

Cet obscur objet du désir




"That Obscure Object of Desire" ya da türkçe adıyla "Arzunun O Belirsiz Nesnesi"
Pierre Louÿs'un "Le femme et le pantin" (kadın ve kukla) adlı kitabından uyarlanmış 1977 yapımı Luis Bunuel filmi. Üstadın son filmi. Geçen hafta izlemiştim, dün gece yeniden izledim.
Başroldeki Bunuel'in favori oyuncularından Fernando Rey, kadın tarafından oynatılan kukla rolünü üstlenirken, Carole Bouqet ve Angela Molina aynı kadını canlandırıyorlar. Önce bunun Bunuelvari sürrealist bir oyun olduğunu düşündüm. Ama sonra bir kaç yerde herşeyin bir tesadüften ibaret olduğunu okudum. Bunuel, rol için önceleri sadece Bouqet'i düşünüyormuş, sonra Bouqet'in bazı noktalarda oyunculuğunu yetersiz bulunca Molina devreye girmiş. Daha sonra yaramaz Bunuel, her iki oyuncunun değişik yönlerden karakteri tamamladığını düşünmüş olacak ki, ikisini de oynatmaya karar vermiş. Bence çok ta güzel olmuş. Carole Bouqet, sanki karakterin sinsi, parayla satın alınabilecek nesne tarafını, Angela Molina da daha fettan, kadınsı, arzu nesnesi tarafını temsil ediyor. Her ikisini bir arada verebilecek bir aktris bulunsa daha mı iyi olurdu bilmiyorum, ama sanki ben filmi o zaman bu kadar çok sevmezmişim gibime geliyor.
film boyunca ordan oraya taşınan çuval neyin nesi tam anlayamadım. gerçi sonunda içinde ne olduğunu gördük, pulp fiction'daki çanta gibi gizemli kalmaması beni azcık üzdü. ha bir de fonda sürekli terörist saldırılar gerçekleşiyordu. o da kadınla erkek arasındaki gerilimi vurgulayan metaforik bi ayrıntıdır belki onu da tam anlayamadım :) ben ne anladım peki?
yaşlı burjuva beyefendinin, dünya kadar para harcayıp, "arzu nesnesi" ni bir türlü elde edemeyişi ancak bu kadar hoş anlatılabilirdi.